Şu ana kadar hiç yazmış olmadığım farklı bir inceleme yazısı yazmak istedim. Hayatımın eğlenceli bir bölümünü kaplayan, okuyup beğendiğim ya da beğenmediğim çizgi romanları da konusu itibariyle paylaşıp, düşüncelerimi buradan da dile getirmek istiyorum. Bu çizgi roman incelemelerine de en sevdiğim marka ve bu markanın en sevdiğim karakterlerinden birisi olan Star Wars‘un yeni çıkan Obi-Wan Kenobi serisi ile başlamak istedim.

Joachim Trier‘in yönettiği, son zamanlarda izlediğim en başarılı art house filmlerden diyebileceğim, 2021 yapımı bir karakter gelişim filmi. Karakter gelişim filmi diyorum çünkü bir karakter yaklaşık 14 bölümde en özet ve en net haliyle ancak bu kadar güzel özetlenirdi heralde. Oyunculuklarıyla, konusuyla ve araya sıkıştırılmış etkili diyaloglarıyla bu film tekrar izlenebilecek kaliteli filmler listemde yerini aldı benim için.

Sene başında çok çekişmeli bir sezon beklesek de, bunun yerine Max‘ın neredeyse şampiyonluğunun yaz arasına doğru kesinleştiği, Vettel‘in sürpriz bir şekilde emekliliğini açıkladığı ve senelerdir bizleri şaşırtmayan Ferrari ekibinin yine her yarışa hatalarıyla heyecan kattığı değişik bir yarı sezon izledik. Sezonun bu ilk yarısıyla ilgili, Bakü GP ve Macaristan GP‘ye de katılmış birisi olarak bu pistlerdeki tecrübelerimi ve pilotlar, takımlar ile ilgili tüm gelişmeleri sizlerle paylaşmak istedim.

Uzun zamandır İskandinav sinemasından bir şeyler izleme fırsatım olmuyordu. En Man Som Heter Ove, Mubi’de karşıma çıkınca izlemek istedim. Tüm yazıyı okumadan önce bu filmi tek bir cümle ile özetlemem gerekirse, Çok yaşa İskandinav SinemasıFredrik Backman‘ın romanından uyarlanan ve beyaz perdeye Hannes Holm sayesinde aktarılan bu film uzun zamandır yaşamadığım değişik duyguları bana tekrar hatırlattı. Aslında film 2015 yılında çekilmiş ve ben bu filmi izlemekte çok geç kalmışım fakat son senelerin vasat filmlerinden sonra bu filmi iyi ki zamanında değil de şimdi izlemişim dedirtti.

Uzun zamandır beklediğimiz 2022 sezonu Bahreyn yarışı ile açılışı yaptı. Bu sezon daha ilk yarıştan, hatta testlerden itibaren 2021 sezonunu aratmayacak bir çekişme izleyeceğimizi ve sürprizlerle dolu bir sezon yaşayacağımızı hepimize gösterdi. Her ne kadar sürpriz olarak gözükse de yıllardır beklenen Ferrari’nin güçlü dönüşü, Mercedes’in bu sefer gerçekten sorunlu bir araç ile ortaya çıkması ve Red Bull’un aracındaki sorunlar ile belki de en zevkli Bahreyn yarışını geride bıraktık. Aynı zamanda yeni kurallar ile birlikte araçları tam olarak değerlendirebileceğimiz ve takımlar üzerine artık daha net konuşabileceğimiz bir hafta sonu oldu bizler için.

Türkiye genelde Futbolun ülkesi olarak bilinse de, değişik spor dallarında bu sporları takip eden bir kitle de bulunmakta. Ben sadece Formula 1 ve Satranç takip eden birisi olarak bu iki sporda da Türkiye’deki azınlık olan sporseverlerden birisiyim. Fakat azınlık olmasına rağmen bu spor dallarının destekçileri ve severleri genellikle Dünyadaki bir çok sporsevere göre çok fazla bilgili ve çok daha fazla bu sporu seven insanlar oluyor.

2021 sezonu Formula 1 için uzun süre sonra devrim niteliğinde bir sezon oldu. Bu kadar büyük bir rekabet, her yarışın bu kadar heyecanlı geçtiği bir sezon en son ne zaman yaşandı hatırlamıyorum bile. 2021 sezonunda Verstappen, 4 senelik Hamilton tekeline muhteşem bir final ile son verdi. İki büyük şampiyonun çekişmesini her yarış, her tur son heyecanla izledik.

Ben Karsu‘yu çoğu kişiye göre geç tanıdım diyebilirim. Yaklaşık 2 senedir takip ediyorum fakat kendisi daha küçücük bir çocukken restoranlarında piyano çalarak başlamış müzik hayatına. Hollanda’da yaşayan, Türk geleneklerinden de hiç uzaklaşmadan büyüyen bir kadının nasıl üst düzey bir sanatçı olabileceğine dair güzel örneklerden birisi olarak da şu anda karşımızda duruyor.

Müzikle ilk tanıştığım zamandan beri rock müziğinin hayatımda her zaman bir yeri oldu. Yerli ve yabancı farketmeden bir çok grubu ve müzisyeni tanıdım, bazıları müzik zevkime yön verdi bazıları ise pek dinlemediklerim olarak hayatımın bir köşesinde kaldı. Fakat Türkiye’de yaşayan ve rock müzik dinleyen bir çok kişinin de katılacağı gibi, Duman müzik zevkime ve müzik alışkanlıklarıma yön veren en büyük gruplardan birisiydi her zaman.

Hiç olmadık yerden bir anda beliren plakları dinlemeyi her nedense daha çok seviyorum. Çok önceden dinlemiş bir albüm ya da hiç dinlemediğiniz bir albümü bir plaktan dinlemenin zevki ve karşılaşacağınız sürprizler size müziğin ne kadar güzel bir şey olduğunu tekrar hatırlatıyor gibi geliyor. John Lennon ve Yoko Ono‘nun Double Fantasy plağı da tam bu hisleri unutmaya başladığım zamanlarda karşıma çıktı.

Bu topraklarda Türkçe Rock müziği deyince beğenin ya da beğenmeyin akla gelen ilk isimlerden birisi her zaman Duman grubu oldu. Belki ilk Duman ile tanıştık Rock müziğiyle ya da Türkçe Rock müziği neymiş diye heveslendiğimizde ilk üç grup/sanatçı’dan birisi oldu Duman. Ve bu grubun bu kadar iyi olmasını sağlayan şey de, diğer her başarılı grupta olduğu gibi sadece solistin değil, basçısının, bateristinin ve gitaristinin çok değerli isimlerden oluşmasıydı. Duman grubu kurulduğundan beri de bas gitarist dediğimiz zaman karşımızda Ari Barokas ismini duyduk.

31 Ağustos sabahı Türkiye için en hüzünlü sabahlarından birisiydi. Türk Tiyatrosu’nun da ötesinde, Türk toplumunun en acı kayıplarından birisi Ferhan Şensoy. Sanata olan bakış açısı, bize kazandırdığı kitapları, oyunları ve vizyonuyla her zaman hayatımıza bir köşesinden dahil oldu. O’nun bu diyardan göçüp gitmesi, kendi deyişi ile bundan sonra artık neşeli meyhane‘de oturacak olması bizim hayatımızdan çıkacağı anlamına gelmiyor. Gittiğimiz her tiyatroda, okuduğumuz her kitapta, hayatlarımızdaki kötülüğe karşı direnişlerimizde her zaman bizimle olacak Ferhan Abi.

Yönetmenliğini Ruben Östlund‘un üstlendiği 2014 filmi olan Force Majeure‘u Başka Sinema’nın ön gösterimi sayesinde izleyebildim. Filmin başlığı, hikayesini özetliyor. Alplere tatile giden bir aile’nin fotoğrafları çekilerek başlanıyor filme. Filmin ismi hikayenin bu kısmıyla bağlantılı olduğu kadar, aslında hikayesini dinleyeceğimiz babanın da hayatıyla bir o kadar bağlantılı. kendisini tanıyamayan, kendisiyle hesaplaşamayan, sahip olmak istemediği duygularını yenemeyen, kısacası hayata karşı yabancı olan ve yavaş yavaş hayatı tanıyan, kendi bedeninde kendisini bir turist gibi hisseden bir babanın hikayesi.

Uzun zaman önce çıkmış olmasına rağmen anca izleyebildim. Bunun sebebi aslında Justice League’in gerçekten ama gerçekten kötü bir film olmasıydı. O kadar havaya girdikten sonra DC’nin üst üste yaptığı tüm kötü filmler azcık da olsa beni DC sinemasından uzaklaştırmaya başlamıştı ki, geç de olsa Zack Snyder’s Justice League ile tanışabildim. Tüm düşüncelerime geçmeden önce kısa bir özet geçmem gerekirse, Nolan‘ın Batman serisi nasıl ki çizgi roman filmlerine bir çağ atlatmışsa, bu filmdeki çizgi roman filmi vizyonu da gelecekteki tüm filmler için Nolan kadar olmasa da yarım çağ ileriye taşır diyebilirim.

Morgan Matthews ilk uzun metrajlı filmi olan X+Y ile bizlerle buluştu. Sosyalleşme sorunu olan matematik aşığı bir çocuğu konu alan bu filmi, IF Film Festivali‘nde izleme fırsatı bulabildim. Sanıyorum IF bu filmi bizlere izleme şansı tanımasaydı adından pek haberdar olamayacağım bir film olacaktı. Festival takvimime koymama rağmen bu filme gitmeyi istedim ve filmden çıktığım zaman takvime koymamanın ne kadar yanlış olduğunu anladım. Takvime koymama sebebim konusu artık klişeleşen matematikçilerin anlatıldığı filmden sıkılmış olmamdı. Fakat X+Y konusu ve konuyu işleyiş şekli ile büyük bir ters köşe yaptı.

Dardenne Kardeşler’in 2014 filmi One Night Two Days‘i sinemada izlemeyi çok istiyordum fakat bazı aksiliklerden ötürü izleyememiştim. Geçtiğimiz hafta filmi izledim ve sinemada izlemediğime gerçekten pişman oldum diyebilirim. Bu kadar başarılı ve aslında altında çok farklı konular yatan bir filme destek olamamak ve sinema ortamında izleyememek pek hoş bir duygu olmadı benim için.

Yönetmenliğini Ava Duvernay‘ın üstlendiği, 127 dakika süren, büyüleyici bir hikayeye sahip olan film Selma, yani Özgürlük Yürüyüşü. Film bittiği anda ilk olarak en iyi müzik ödülü hiç almış mı acaba sorusu geldi aklıma. Çünkü film, müzikleriyle sizi gerçekten çok etkiliyor. O kadar kaliteli bir parçanın heba olmasını istemiyorsunuz. Altın Küre’de En İyi Orjinal Müzik ödülünü aldığını, bir de Oscar’da aynı dalda adaylığı olduğunu gördüğümde hiç şaşırmadım. Bu müzik konusuna bu kadar hızlı giriş yapmama sebep olan Glory şarkısı. Bir yerlerden bulup dinlemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum.

Son senelerin en büyük tartışma konusu sosyal medya ve internetin bizim üzerimizde bıraktığı etkiler. Tartışılması, konuşulması gereken onlarca etken, birbirini tetikleyen binlerce farklı konu varken bizler bu tartışmanın içerisinden “Sosyal medya ve internet bizi kötü etkiliyor, gençlerimiz zehirleniyor” cümlesi ile sıyrılıyoruz. Peki gerçekten işin doğrusu bu mu? Yoksa internet bizleri kötü etkilemiyor da, zaten normalde de kötü olan bizi gün yüzüne mi çıkarıyor?

Ben Mustafa Kemal Atatürk ile büyüyen, O’nun sevgisini her zaman kalbinin en derinliklerinde büyüten ve O’nun izinde yürüyebilen Dünya üzerindeki şanslı insanlardan birisiyim. Girdiği her alandan başarıyla çıkabilmiş, kararlı, dik duruşlu ve iyi kalbinden hiç bir zaman ödün vermeyen Atatürk ile ilgili çok uzun zamandır yazı yazmak istiyordum. Bu isteğimi, en sevdiğim bayram olan 23 Nisan’da gerçekleştirebiliyorum. O’nu yazmaya, anlatmaya sayfalar yetmez fakat en sevdiğim yönü olan bilim ve eğitime bakış açısıyla yazmak istedim bu yazıyı.